23 Nisan 2013 Salı

23 NİSAN'DA ÖYLE BİR ANI Kİ......

"BÜTÜN DÜNYADA BİR TEK GÜZEL ÇOCUK VARDIR... BÜTÜN ANNELER DE, ONA SAHİPTİR"............

O Yıl 9 Nisan'da inanılmaz bir kaza atlatmıştım biliyorsunuz.. Kazanın üstünden 14 gün geçmişti..
23 Nisan ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI nedeniyle oğlumun Özel Eğitim gördüğü okuldaki yavrularım gösteriler hazırlamışlardı.. Oğlum da, Okul Korosundaydı ve o gün o da, Sahnede yerini alacak, şarkılar söyleyecekti.. Hatta birde solo şarkısı vardı seslendireceği...
Engelli Çocuklarımı önceki yıllarda bir çok gösteride izlemiştim.. O kadar başarılılardı ki, inanamazsınız... Spastizite nedeniyle denge sorunu yaşayan, ayakta bile zor duran bir çocuğumuz, basket topunun üstünde akrobasi yapıyordu örneğin.. Halk oyunları ekibinin ve diğer gösteri gruplarının sahnedeyken birbirlerine nasıl yardım ettiklerini, bir diğerinin hatasını kapatmak için nasıl çabaladıklarını görmeliydiniz... Kısacası engelli çocuklarım harikaydı...
 Böyle bir günde mutlaka o gösteride olmalıydım.. Ama geçirdiğim kaza yüzünden o kadar kötüydüm ki, belimi bile doğrultamıyor, bir baston yardımıyla çok acı çekerek zorlukla yürüyebiliyordum... O berbat halde güç-bela gittim okula.. Gösterilerin sergileneceği salona girdim ve beklemeye koyuldum.. Bir ara yanıma genç bir adam geldi gülümseyerek.. Elini uzattı ve Merhaba dedi; ama onu tanımadığımı da, farketti.. Çünkü gerçekten hiç hatırlamıyordum bu delikanlıyı..
Mecburen kendisini tanıttı.. Üç Yıl Önce Sivas'ta Madımak Yangınında kaybettiğimiz Karikatürist Asaf KOÇAK'ın yeğeniydi.. O korkunç olay sonrası Asaf'ın mezarını ziyaret etmek için memleketi Yozgat'ın Yerköy İlçesine gitmiştik. Asaf'ın Tüm Ailesi de, bizi karşılamış ve konuk etmişti.. İşte bu delikanlı da, orada tanıdığım, Asaf KOÇAK'ın ablasının oğluydu.. Yerköy'de O gün hepimiz o kadar acılı ve o kadar öfkeliydik ki, doğrusu kimsenin gözü kimseyi görmüyordu. O nedenle de, bu genç adamı hiç hatırlamıyordum.. Zaten o da, bunu anladı ve beni hoşgördü..
Ama bizim okulumuzda ne işi olduğunu merak etmiştim... Hacettepe Üniversitesinde öğrenciydi o yıllarda...
 -Neden Burdasın? diye sordum..
Okulumuzda Özel Eğitim Bölümlerinde okuyan Stajyer Öğretmenler vardı.. Oğlumun sınıfındaki Stajyer Öğretmenin arkadaşı olduğunu söyledi.. Arkadaşı kendisine bir öğrencisinden sözetmiş.. Maalesef çok nadir rastlanan bir hücre bölünmesi yüzünden geri gelişimli olduğunu, ama Anne ve Babasının büyük bir özveriyle, onun eğitimi için olağanüstü bir çaba sergilediklerini övgülerle anlatmıştı..
 -Doğrusu arkadaşım o kadar çok övdü ki, Merak ettim bu Anne, Babayı.. Bugün buraya geleceklerini düşündüm ve onları mutlaka tanımak istedim. Onun için burdayım, dedi.......
 Sorma sırası ona gelmişti...
 -Peki siz neden burdasınız?.. O sırada oğlum Ulaş Sahnedeydi.. Prova yapıyorlardı öğretmeniyle birlikte... Onu gösterek:
-Oğlum bu okulda, onun için burdayım, dedim.. Yüzündeki şaşkınlık ifadesini görmeliydiniz..
-Yani siz Ulaş'ın Annesi misiniz? diye haykırdı!!... Beklediği, tanımak istediği bendim çünkü... Bahsettiği çocuk Oğlum Ulaş'tı.....
 Ne hoş değil mi?.. Yaşam böyle şaşırtan, mutlandıran sürprizlerle dolu işte.. O Gün çok gururlanmıştım.. Çocuk Bayramında, çocuklar gibi sevinmiştim.. Oğlum bana müthiş bir armağan vermişti.. Bu, unutulmaz anı, bende hep tazeliğini korudu.. Her 23 Nisan günü de, günyüzüne çıkar belleğimde.. Sizlerle de, paylaşmak istedim...
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ, T.B.M.M.'nin açılışının 93.Yılında,
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI'nız Kutlu Olsun........ Görüşürüz.......

7 Nisan 2013 Pazar

AH 9 NİSAN AHHH....

9 Nisan Günüyle sorunum var.. Neden mi?. Okuyun bakın.. 1996 Yılıydı.. Safiye sürekli israr ediyordu. "Gidelim lütfen Emel Abla, eğleniriz" diye.. Ankara'nın yakın kazası Kızılcahamam'da bir Ralli-Araba Yarışı olduğundan sözediyor, eşi Dursun'la birlikte gideceklerini ve ille benim de, gelmemi söylüyordu. Nedense gitmek istemiyordum.. Doğrusu öncelikle Dursun'un sürücülüğüne güvenim yoktu (ki, çok haklı çıktım) ve Şu Ralli hiç ilgimi çekmiyordu.. Ne dediysem onları vazgeçiremedim ve 9 Nisan sabahı beni evimden aldılar, birlikte yola çıktık Kızılcahamam'a doğru.. Yüreğim ağzımda ama sorunsuz vardık şehre.. Vardık da, oraya kadar boşuna gitmiştik. Çünkü Ralli bir gün önce yapılmış ve bitmişti. Seyredecek bir Araba Yarışı olmayınca, gelmişken piknik yapalım dedik; o da, olmadı ve Ankara'ya geri dönmeye karar verdik...

Vakit gün ortasıydı.. Yolların ıslanmasına ve kayganlaşmasına yetecek kadar da, yağmur çiseliyordu.. O yoldan geçenler hatırlar.. Kızılcahamam'ın hemen Ankara çıkışında "Karga sekmez" adıyla anılan müthiş virajlı, korkunç bir geçit vardır. Dağın kenarında dar bir yoldur karga sekmez.. Bu yoldan kıvrıla, kıvrıla dağı dolaşarak tırmanılır, oldukça yükseğe, düzyola çıkılır. O gün ikinci kez bu virajlardan geçecektik. Eski yıllarda Ankara - İstanbul yolu bu güzergahı takibederdi ve o berbat yoldan her geçişimde korkudan kıpırdayamazdım. Yolun kenarında çok ürkütücü, dimdik aşağıya inen, çıplak bir uçurum vardı çünkü.. Karga Sekmez'e geldik, virajları dönmeye başladık.. Dursun o kadar süratli giriyordu ki, dönemeçlere, beklenen oldu ve en yüksek, son virajda neredeyse düzlüğe çıkmak üzereyken, araba hem sürati hem de, yağmur nedeniyle kayganlaşan yol yüzünden dönemedi, dümdüz yürüdü, şaha kalktı, yolun kenarındaki iki metreden daha yüksek toprak barikatı aşarak uçurumdan aşağı doğru düşmeye başladı.
Arabanın arkasında oturuyordum.. Ön camda ağaç dalları vardı ve araba çok da, hızlı olmayan bir şekilde yokuş aşağı iniyordu. Ne kadar gittik bilemiyorum tabii. O anda düşündüğüm tek şey ömrümün o kadar olduğu ve birazdan öleceğimdi. Öyle dedikleri gibi, hayatım film şeridi şeklinde gözümün önünden filan geçmedi.. Bir süre sonra ön camdaki dallar, yapraklar görünmez oldu ve araba taklalar atmaya başladı. Kaç kere döndü onu da, bilmiyorum ama araç bir ağacın tepesine kondu ve durdu. Durduk! diye haykırmışım.. Tabii duran, arabadan geriye kalan oturduğumuz koltuklar ve Dursun'un sıkı sıkıya yapıştığı direksiyondu. Gerisi paramparça olmuştu..

Ağacın tepesine konmamızla Safiye'nin ön koltuktan dışarı uçması bir oldu. Arkasından Dursun direksiyonu bıraktı ve o da, düştü. Ama ben arka koltukta sıkışmıştım ve çıkamıyordum bulunduğum yerden. Bir yandan da, bağırıyordum, Safiyee, Dursuunn iyi misiniz?, nerdesinizz?. diye.. Sesime ses geldi.. Arkadaşlarım iyiydi.. Dursun geldi; beni sıkıştığım koltuktan çıkardı ve bende kendimi uçurumun orta yerinde bir tümseğin üstünde buldum... Şaha kalkıp toprak seti aşan araba, o çırılçıplak uçurumdaki bir meşe palamuduna çarpmıştı.. Çarpmanın etkisiyle kırılan ağaç arabanın altına girmiş ve düşüş hızını kesmişti.. Ve ister inanın ister inanmayın üstüne konup, durduğumuz ağaç da, çıplak uçurumdaki ikinci meşe palamuduydu.. Yani yaşamımı iki meşe palamuduna borçluydum.. Tabii Hâlâ doğaya da, iki ağaç borçluyum....

 Sonra?.. Sonrasını boşverin... Haftalarca kendime gelemedim hem fiziksel, hemde ruhsal sıkıntılar yüzünden... Yaşadığıma bir türlü inanamıyordum.. Düştüğümüz yükseklik tahminen 150 - 160 Metre civarındaydı.. Zaten kazayı gören hiç kimse de, inanamamıştı nasıl sağ kaldığımıza.. Haftalarca çevremdeki insanlara sordum: "Beni görüyor musunuz?, Duyuyor musunuz?" diye...
Hâlâ da, merak etmiyor değilim doğrusu!...
O gün benim ikinci doğum günüm olmuştu. 9 Nisan 1996.. Yani sonunda yaşımı da, öğrenmiş oldunuz!!...

 Aradan yedi yıl geçmişti.. Yine bir 9 Nisan günü gelen telefonla yaşamım bir kez daha alt üst oldu; tamamen değişti. O yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosunda oyun oynuyor, hayatımın en mutlu günlerini yaşıyordum.. Gelen Telefon bana, artık oğlumun bakımını üstlenmemin zamanı geldiğini söylüyordu. Çalıştığım için özel olarak bakıma ve korunmaya gereksinim duyan oğluma babaannesi destek oluyordu. Ama Babaanne artık çok yaşlanmıştı ve birgün gelmesi beklenen sıra yine bir 9 Nisan günü bana gelmişti... Sanki tırnağım sökülürcesine acı duyarak Tiyatromu, Sahnemi bırakmak zorunda kaldım... Tam da, yeni oyun provalarının ortasındaydık... Bugün bile, o bırakışın dayanılmaz acısı hâlâ yüreğimdedir...

 9 Nisan Günü yaşamım iki kez yeniden başlamıştı.. Belli ki, bu 9 Nisan'ın bir mucizesi vardı.... Sonraki yıllarda her 9 Nisan Çekilişinde bir Milli Piyango bileti aldım... Hani, bakarsınız bir kez daha "O Gün" mucizesini gösterir de, ikramiye filan çıkar diye.. Amaa ıııhh, maalesef!!.. Hâlâ bir şey çıkmadı!.. Ama ben kararlıyım.. Moralimi bozmuyorum... İşte bir 9 Nisan daha geliyor.. Milli Piyango bileti almalıyım hemen.. Kimbilir, belki bir mucize daha gerçekleşir.. Ne dersiniz?... İkramiye çıkarsa görüşmeyiz!!...:) :) Yok, yok.. Hiç olur mu?.. Sevgili okuyanlarımı hiçbir ikramiyeye değişmem.. Tabii ki, görüşürüz... Elbette beni görüyorsanız?!!..