21 Ekim 2013 Pazartesi

AH BE GENÇLİK AHH....

Yüz kadına sormuşlar: Kaç Yaşındasınız?, diye, 99 kadın şöyle cevap vermiş: "KAÇ GÖSTERİYORUM?"... Beklenen cevap elbette, "Çok Genç Gösteriyorsunuz.. 12 yaşında filan mısınız?". Olmalı.. (12 yaşındayı ben uydurdum!!)..
Ama bilirsiniz biz kadınlar ille de, genç görünmek isteriz.. Bu biraz da, ölümü ötelemenin, giderek yaşamın son demlerine gelindiğini reddetmenin bir göstergesidir sanırım.. Yani şöyle haykırıyoruz:
-Heyyyy, Azrail adındaki canıma göz diken Melek, benden uzak durrr; Daha Gencim, Güzelim.. Git başımdannn!..

Peki; Yalnızca biz kadınlar mıyız, gençlikle aklını bozan?.. Elbette Hayır.. İnanın birçok erkek de, genç görünme arzusuyla yanıp tutuşuyor.. Nerden mi, biliyorum?.. Okuyun bakın.. Bu öyle bir anı ki, her hatırladığımda hem utanırım, hemde kahkahalarla gülerim hâlâ..........

Yıllar önceydi.. Tanınan, Sevilen, Saygın bir Tıp Hekimi, "Örgütsüz İnsan Ahlaksızdır" diyecek kadar kararlı bir Örgütçü ve Namuslu bir Siyasi, Psikiyatrist Dr.Ergin ATASÜ'yü kaybetmiştik aniden....
Bu çok üzücü bir kayıptı herkes adına.. O Gün Dr. ATASÜ'nün Cenaze Töreni vardı... Önce yürekten savunduğu Partisi Özgürlük ve Dayanışma Partisi ÖDP'nin önünden uğurlandı.. Sonrasında koca bir kalabalık Ankara / Maltepe Camiine yürüdü.. Herkes oradaydı.. Siyasiler, Sendikacılar, Odalar, Gençlik v.s.
Maltepe Camiinin kocaman avlusunda neredeyse elle tutulabilecek kadar somut bir acı ve hüzün vardı..

Bu, Cenaze Törenlerinin bir işlevi daha vardır bilirsiniz eminim.. Özellikle Büyük Kentlerdeki, yaşamın karmaşasında kaybolan insanlar bu acı vesile ile Cami Avlularında biraraya gelir, özlem giderir, sohbet eder ve birbirlerini sevdiklerini hatırlar..
İşte o gün orada da, aynı manzara vardı.. Bende birkaç arkadaşımla birlikte töreni izliyor ve onların sohbetine kulak kabartıyordum..
Birara bir arkadaşım diğerine ortak tanıdıkları birisini sordu: -Nerede?, Ne yapıyor?, diye... Diğer arkadaşım yüzünde koca bir gülümsemeyle yanıtladı:
-Sorma!... Hayata küstü.. Evine kapandı,, Kimseyle de, görüşmüyor!!...
Diğeri şaşkınlıkla sordu: -Nedenn??.. Öyle şaşırmıştı ki....
Açıkcası bu ağır depresyonun nedenini bende merak etmiştim..
Sonunda hakikat anlaşıldı... Sözü edilen, 40'lı yaşlarında, Uzak Doğu'yla iş bağlantıları olan ve sık sık Japonya, Kore gibi ülkelere seyahat eden bir işadamıydı.. O da, genç görünmeye bayılıyordu.. Olsa olsa, 20'li, 30'lu yaşlarında göründüğü düşüncesindeydi.. Bu nedenle de, Japonlar Kaç yaşında olduğunu sordukları zaman, Tıpkı şu 99 kadın gibi "KAÇ GÖSTERİYORUM?" diye soruyla yanıtlamıştı...
Ama hesaba katmadığı birşey vardı.. Bizim ırkımıza mahsus, 'Kaz Ayağı' da, denen Göz ucundaki çizgilerimiz!!.. Çekik gözlü Japonlarda ve Uzak Doğu insanında göz kenarındaki bu çizgiler yoktu...
Aynı gerçekten yola çıkan Japonlar şöyle bir bakmışlar ve alacağı cevaptan emin, mutlu bir şekilde bekleyen arkadaşımıza: 65-66 filan gösteriyorsunuz, demişler!!...Ahh, ahh, ah!......
Sonrasını biliyorsunuz..........   "Dünyadan elini eteğini çekme!!, Yaşama küsme! ve Yoğun bir Depresyon!!".......

..................................Tam bu sırada, inanılmaz birşey oldu... Büyük bir acının, sessizliğin ve üzüntünün olduğu cami avlusunda, "65-66" yanıtı üzerine, birden bir kahkaha patladı.... Aman Tanrım!!..amann....
Kim dersiniz bu densiz?... BEN..... Çok utanmıştım ama; Oldu işte.....
Acı bir kayıp, Bir Cenaze Töreni ve Kocaman bir Kahkaha... İşte İNSAN.........
Ve birşey daha, Ben bir daha kimseye sormadım, "KAÇ GÖSTERİYORUM" diye....
1998 Yılında Kaybettiğimiz Dr.Ergin ATASÜ'nün değerli Anısına Sonsuz Saygıyla... Görüşürüz..........

8 Ekim 2013 Salı

ŞAKA GİBİ.... AMA DEĞİL....


Gerçekten, okuyunca göreceksiniz neden "Şaka Gibi" dediğimi..
Kocaman bir Mağaza düşünün.. Elbette bir çok da, Satış Görevlisi..
Bir Satış Görevlisinin işi nedir?.. Sergilenen malları alıcısına beğendirebilmek, satabilmek. Öyle değil mi?.. Bunun için de, en Nazik, en Güleryüzlü, en Saygılı v.s. tavrını takınmak!!..

Amaa yanılıyorsunuz!!.. Bizim bu Mağazada hiç öyle değil!!.. Öyle bir Satış Görevlisi var ki, çileden çıkar, öfkeden kahrolursunuz.. Siz hiç Müşterisine, "Bu renk size uymaz, yakışmaz".. diyen, Müşteri şaşkınlıkla: Nedennn? diye sorunca da, "Yaşlısınız da, ondan" diyen, Bir Tezgahtar gördünüz mü?.. Bu, tanık olduğum bir kepazelikti..
Sonrasındaysa muhatap bizzat benim!.. Mağaza aynı, Satış görevlisi Hanımefendi aynı ve Hakaretlere! devam..

Bu gözlük ipinin ucu kaymasın diyen müşteriye, "Kaymaz, ucu Plastiktir", deyip, Müşteri, "Silikon değil mi?" diye sorunca da, "Ben sizin anlayacağınız dilde söylemiştim" diyen.. (İki madde de, farklı elementler, öyle değil mi, yanılıyor muyum?)..
Dahası var!... Sipariş verdiğiniz Gözlükleri ne zaman alacağınızı sorduğunuzda da, bu Muhteşem Tezgahtara, (Ki, bu arada Mağazanın ünlü bir Gözlük Mağazası olduğunu anlıyorsunuz) Şöyle bir Yanıt alıyorsunuz:
"Cep Telefonunuza Kısa Mesaj gönderiyoruz", deyip hemen arkasında ekliyor:
"Cep Telefonunda Kısa Mesaj okumasını biliyorsunuz değil mi?"..


Yuuhhh, yuhh artık... Edepsizlik, Saygısızlık olur da, bu kadarı olmaz... Hem de, bir Satış Görevlisinde... Bedelini ödeyerek alışveriş yapmaya geldiğiniz bir yerde olmadık hakaretlere uğruyorsunuz.. Sanki kapılarına gelmiş lûtuf bekliyen birileri var!!.. Nasıl bir saçmalık hala aklım almıyor doğrusu..

Karşınızdaki kişinin hangi konuda olursa olsun deneyimi, bilgisi olmadığını düşünseniz veya bilseniz dahi, asla böyle bir soru soramazsınız..

Eğer Tanıtıma, Satış'a, Pazarlama'ya yönelik bir iş yapıyorsanız bu Tezgahtardan uzak durun.. Batarsınız.. Birisi gelir bu hanımın saçını başını yolar.:)).. Ya da, Mağazanızın camını çerçevesini indirir aşağıya..:))
Herkes hoşgörülü olamaz, sessiz kalamaz bu kötü, kaba davranışlar karşısında.. Ki, bende zaten hiç hoşgörmüyorum bu hakaretleri, densizlikleri, en önemlisi bu ağır cehaleti.. Siz hoşgörüyor musunuz?......
Yaşadıklarım öyle acaipti ki, paylaşmak istedim... "Şaka Gibi", Ama güldürmüyor.... Görüşürüz......

24 Eylül 2013 Salı

YAZMAYAYIM DEDİM... AMA.................

"Başarının sırrını bilemem ama, Başarısızlığın sırrı, Herkesi memnun etmeye çalışmak" diyor A.B.D.li Siyahi Aktör Bıll COSBY..
Biliyorum, yazacaklarım birilerinin hoşuna gitmeyecek ama bende tıpkı Cosby'nin dediği gibi herkesi memnun etmek için uğraşmıyorum. Doğru bildiklerimi anlatmaya çalışıyorum.. Canımı sıkan şu... Son aylarda ülkemde çok ilginç şeyler oldu.. İnsanlar sokağa çıktı.. Özellikle genç insanlar.. O kadar öfkeyle dolulardı ki.. Aylarca Polisin tüm acımasızlığına ve her tür şiddetine karşın yılmadı bu gençler.. Çoğalarak yeniden çıktılar sokağa..

Yedi gencecik çocuğumuzun, büyük bir vahşet sonucu hayatları ellerinden alındı.. Binlerce insan yaralandı..Yüzlerce çocuğumuz gözünü kaybetti.. Binlercesi gözaltına alındı, tutuklandı.. Hala komada olanlar var... Ama yine de, kimse yılmadı.. Ne hayatını, ne de, gözünü kaybetmekten korktu bu insanlar. Öyle cesurlardı ki..
Bence onlara yol göstermekten, önderlik etmekten aciz Siyasi Partiler, Sözde! Demokratik Kitle Örgütleri (STK) Kahrolmalıydı utançlarından..

Olaylar böyle dolu dizgin sürerken, Bir Futbol Takımı Beşiktaş'ın Taraftar Grubu ÇARŞI katıldı eylemlere... Ve cesaretiyle, direnciyle öyle öne çıktı ki, bir anda sadece bir Futbol Taraftarı olan bu insanlara Siyasal Önder vasfı yüklendi neredeyse.. Bu grup Ülkenin bazı şehirlerini dolaştı.. Gittikleri her yerde ulusal kahramanlar gibi karşılandılar ve hangi takımın taraftarı olursa olsun insanlar onları bağrına bastı.. Buraya kadar bazı şeyler şaşırtıcı olmasına karşın güzeldi, takdire şayandı..
Sonra, geçtiğimiz günlerde bir futbol maçı oynandı.. Takımlardan biri de, bu ünlü taraftar grubunun takımıydı... Maç neredeyse bitmek üzereyken binlerce insan sahaya girip, inanılmaz olaylar çıkardı.. Koltukları, sağı solu parçalayan, Olayları çıkaran vandallar Beşiktaş Taraftarı görünüyordu..
ÇARŞI Grubu bu kişilerin kendi gruplarından olmadığını açıkladı hemen..
Tabii tezviratlar da, üretilmeye başlamıştı.. Söylenenlere göre, bu Holigan Taraftarlar, ÇARŞI Grubunun itibarını zedelemek, onların gücünü yoketmek ve karalamak amacıyla Bizzat İktidar Partisinin Gençlik Kolları tarafından kurulan aynı takıma ait başka bir Taraftar Grubuna dahildi.. Yani bir provokasyon, bir hile söz konusuydu.. Böylelikle sanki Siyasi Bir Rakip safdışı bırakılmış oluyordu İktidar tarafından!!.
Yok Artık!!, Yuuhh yanii.. Ayıptır... Sadece bir Futbol Takımı Taraftarına bu kadar misyon yüklenmez.. Sanki kutsanıyor bu, hiç de, politize olmayan, Adı üstünde, Çarşı Esnaf ve Çalışanlarının oluşturduğu insan topluluğu.. Gerçekten de, biraz ileri gidilmiyor mu, bu kişilere kaldıramayacakları hatta hak bile etmedikleri sıfatları anlamları yüklemekle?!!..

Ama suç, Bir Futbol Takımının Taraftar Grubuna bu olmayacak anlamları yükleyenlerde, Takım Taraftarlığıyla, Siyaseti birbirine karıştıranlarda değil... Yükletenlerde!!.. Karıştırtanlarda!!..
Kim onlar biliyor musunuz?..
Yalnızca çıkarları peşinde "Oyyy, Oyy" diye koşan: -Siyasi Partiler,
Enkaz Haline gelmiş, zavallı:
-Sivil Toplum Örgütleri,
Sadece itibarını, cebini!! ve etrafındaki hayran kitlesini! korumakla mükellef:
-Aydınlarımız!!!..
(Varsa unuttuklarım siz ekleyin lütfen)..

Sözüm bu saydıklarıma:
-Lanet olsun hepinize....
Umarım azıcık onurunuz varsa ve hala kaldıysa duygularınız, biraz utanırsınız, yüzünüz kızarır.. Düştüğünüz durum o kadar Traji-komik ki..

Niyetim bir grubu filan horlamak değil; Çok acaip bir çarpıklığa dikkat çekmek...
Derseniz ki, "Burası Türkiye, Olur böyle vakalar".. Ehh, Siz bilirsiniz... Görüşürüz.........

23 Haziran 2013 Pazar

POLİS BİBER GAZI SIKARR.. RAHAT DURR! SIKMASINLARR!..

Gitmek gerekir bazen.. Fazla yormadan, Daha çok bıktırmadan.. Eğer vaktiyse, Ardına bile dönüp bakmadan.. demiş bir bilge...

ve Boşuna dememişler "Tarih Tekerrürden İbarettir" diye.. Yaşamım boyunca hep aynı filmi defalarca görmekten bıktım, usandım artık... Memleketin birindeee!, İktidara gelmeden önce şikayet ettikleri, yakındıkları herşeye, erki ele geçirdikten sonra dört elle sarılan birileri varmış.... Olana bitene şaşmamak elde değilmiş.. Günümüzde yaşadıklarımız da, özetle böyle birşey işte. Okuyun bakın: Ahhh, İktidar Ahh; Sen ne baş döndürücü bir güçsün ki, sana sahip olan bırakmamak için elinden ne geliyorsa yapıyor, herşeyden hatta kendisinden bile vazgeçiyor... Halktan yana söylemleri nedeniyle büyük bir destek alarak, Mazlum, Çekingen, Sevecen bir şekilde işin başına gelenler bir süre sonra inanılmaz bir mutasyona uğruyor.. Bir daha onları asla tanıyamıyorsunuz.. O, "Herkesi Kucaklayacağız" diyen insanlar 'Herkesi' hiç acımadan dövmeye, sövmeye horlamaya başlıyor.. O, "Biz Herkesi Seveceğiz" diyenler, geri gelmemek üzre gidiyor ve yerlerine değil sevmek! ağzından ateşler saçan, nefret kusan canavarlar geliyor.. Halka yapmadıkları eziyet, zulüm kalmıyor.. İlk eteğine yapıştıkları, kendilerine siper ettikleri de, Polis ve Asker oluyor elbette.. Halkın yükselen öfkesinden korunmak ve bu öfkeyi bastırmak için kıyasıya polisi sürüyorlar üzerlerine.. Oysa bir zamanlar "Polis Şiddeti, Zalimlik, İşkence v.s." diye az mı, feryat etmişlerdi.... Halkı aşağılamak, küçümsemek için bir sürü rivayet üretiyorlar.. "Bu Çapulcular!!, Bu Ayyaşlar! Ayakkabılarıyla girip Câmide içki içtiler"!!, "Türbanlı kızımızın Başörtüsüne saldırdılar"!!.... Sanırsınız ki, mahalle sakinleri toplanmış onu bunu çekiştirip, dedikodu ediyor..

Söylenenlerin Aslı-Astarı var mı, bilinmez!!.. Çünkü şimdiye kadar doğru olduğu isbatlanmadı bu söylentilerin....... Yapmayın zat-ı Şahaneleri.... Seçmenin %50'si sizi istedi diye diğer %50'yi aşağılamaya, horlamaya, alçaltmaya, ötekileştirmeye hakkınız yok..
Birden, çok az olduğundan, bir türlü sahip olamadıklarından yakındıkları Özgürlüklerin aslında çookk bol olduğu ve hemen kısıtlanması gerektiğini farkediyorlar.. Halkın çığlığını duymamak, sesinin kesilmesini sağlamak için öyle bir şiddet uyguluyorlar ki, geçmişin zalimlerini bile gölgede bırakıyorlar......................

Yaşamda herşeyin mutlaka bir sonu vardır.. Herşey başlar ve biter.. Bazıları onurlarıyla gider.. Bazıları da, câmi duvarını ziyaret ederek!!... Bugünlerde Tüm belirtiler onu gösteriyor... Çünkü artık ağızdan çıkan sözler kulaklar tarafından duyulmamaya başlandı.. Yani Akıl-Fikirle Çene ve Dil arasındaki bağlar kopmuş, çürümüş durumda.. Ağızdan dökülen inciler beş para etmiyor... Dediğim gibi, valizleri toplama ve yolculuk zamanı birileri için... Üzülmeyin arkanızdan Toma'larla su dökeriz... Teneke de, çalarız tabii....... Hâlâ Buralardaysam!! Görüşürüz.............

3 Haziran 2013 Pazartesi

KULAK VERİN, SİZİN ÇAPULCUNUZ NE DİYOR.....

Her şeye katlanacağım.. Hepsine dayanacağım.. Çünkü içimde hiçbir şeyin ezip yok edemeyeceği bir zevk var ki, O da, Direnişim ve Gücümdür..MAKSİM GORKİ....  

Ülkeye Hükmedeli 10 yılı geçti öyle değil mi?.. "Biz Dindarlar-İnananlar hep ezildik bu ülkede.. Yeter Artık!.. Demokrasi Egemen olacak Memleketimizde!" Söylemiyle geldiniz.. Ve oy veren halkın yarısının onayını aldınız ki, bu çok özel bir durumdu Cumhuriyet Tarihimizde.. Önceleri "Tüm halkımızı kucaklayacağız" dediniz.. "Biz onların da, Hükümetiyiz" dediniz!!; de, sonra ne oldu?... Aradan geçen 10 yılı aşkın sürede bence siz, seçmenin size oy vermeyen diğer yarısını unuttunuz.. Unutmakla da, kalmadınız..
Onları kategorize ettiniz, YOK SAYDINIZ..
- Çapulcular dediniz.. - Aşırı Uçlar dediniz..
- Marjinaller dediniz.. - Terör Yandaşları dediniz..
- Anarşikler!! :)) dediniz.. - Provokatörler dediniz... Yetmedi:
- Ayyaşlar dediniz, - Alkolikler dediniz..
Çünkü size göre, Tabii İlimlere rağmen "İçki içen herkes Alkolik"ti...
Başka vukuatlarınız da, var size oy verenleri bile çileden çıkaran..
-"Kürtaj Cinayettir, Sezaryen Cinayettir" diye fetvalar verdiniz!!.. İnsanların yatak odalarına, Kadınların bedenlerine kadar dil uzattınız..
İl Valileriniz Hükümetin Kapıkulu gibi çalıştı.. İktidarınıza yaranmak için önce içkiyi yasakladı bu Valiler. Çünkü haşâ huzurdan!! İçki bütün kötülüklerin Anasıydıııı!!... -Ooo bi,dakkaa yajıcaamm ama önce bi, öpüjeemmm!!.:))))))
Sonra kılık-kıyafetimiz tacize uğradı; ki, siz bundan çok çektiğinizi, rahatca bi,başınızı bile kapatamadığınızı söylemiştiniz defalarca!!..
Sonra bu iktidar uzantısı görevliler Mahallenin, Ayyy Pardon! Halkın Namus Bekçisi kesildi.. Değil mi?... -"Kimsenin yaşantısına karışmıyoruz" dediniz ama, bırakın yaşantısına karışmayı insanların geleceklerini kararlaştırdınız, planlarına burnunuzu soktunuz.. Kadın evinde otursun en az üç çocuk doğursun dediniz.. Kadınlar hergün erkek şiddetine maruz kalırken, sokak ortalarında öldürülürken hiç sesinizi çıkarmadınız.. Kimbilir belki de, 'Haketmiştir' diye düşündünüz...
Hangi hakla bilmiyorum ama, "Sokaklarda içki içmeyeceksiniz.. Gidin evinizde için Pis Sarhoşlar, Pis Alkolikler!!" dediniz.. Eeee daha ne olsun?... Haa, unutuyordum neredeyse.. Ankara'da Atatürk Orman Çiftliğini, İstanbul'da Çamlıca Tepesini, Ormanın, Ağacın, Yeşilin, Kumsalın olduğu heryeri, Rant'ı yüksek alanlara yapılmış Tiyatro-Sinema-Sanat Kültür Merkezi gibi Kurumları yıkarak yerine devasa câmiler yapmak ya da, buraları paraya tahvil etmek istediniz. Bir çoğunu da, kurtaramadık sizin elinizden.. Yüzlerce ağacı katlettiniz.. Şehirler A.V.M (Alışveriş Merkezi) denen Canavarlardan geçilmez oldu.. Heryere müthiş maliyetli kocaman câmiler diktiniz; ki, Sırada İstanbul/Taksim Meydanına Câmi yapma projeniz var..mışş.. Bizatihi en yetkili ağızdan duydum!!.. Şöyle dedi, O Sayın Yetkili Ağız: Taksim'e câmi yapacağız.. O, Çapulculardan da, izin almayacağız. Yani oy vermeyen %50'den söz ediliyor... Benden duymuş olmayın!!....

Şunu bir kez daha ve çok iyi anladım.. Yönetme Yetkisini, Gücü, yani İktidarı, şöyle ya da, böyle ele geçirenlere bir şeyler oluyor!!... Demokrasiiii, diye bağırıyorlar ama en doğal Demokratik Tepkisini göstermeye kalkan halka da, öyle bir karşılık veriyorlar ki.. Amannn amannn!!... Şiddet şirazesinden nasıl çıkarmış görüyor Çapulcular!! "Yaaa.. Ağzınızı burnunuzu dağıtırız böyle.. Gözünüzü çıkarırız.. Kesin sesinizi, kaderinize razı olun"...
Peki, bu durumda Ne yapalım yani?..
Tamam biliyorum; Aslında iktidara gelen herkes, halkın tebaası olmasını, kendisine koşulsuz biat etmesini, hiç sesinin çıkmamasını istiyor.. Ama bence geçmiş olsun!!. Onlar, O İtaatkâr toplum yok artık.. İnsanların gözüne soka soka yaptığınız herşey, söylediğiniz her söz sorgusuz sualsiz kabul görmeyecek.. Hani O, Çapulcular, O, Alkolikler, O, Marjinaller, hele en çok güldüğüm ve ne olduğunu anlamadığım O, Aşırı Uçlar Var ya, Onlar sizin Kulunuz değil, ASLINDA ONLAR HALK BİLİYOR MUSUNUZ?.. Hatta size oy veren de, var içlerinde eminim.. Birşeyden daha eminim, bu çapulcular artık size günahını bile vermeyecek.. Sorun değil Ama değil mi?. Siz nasıl olsa meydanlarda toplanan, huzursuzluğunu, şikayetlerini haykıran o kalabalıkların karşısına 10 katını, hatta 100 katını çıkarırsınız,.. Duydum!! Kendi kulaklarımla duydum bu sözleri.. Hem de, kimden?, Yine O, En Yetkili Ağızdan, Zat-ı Şahaneleri, Muhteşem Başbakandan!!..
İnanılır gibi değil diimii??.......
Şaşılası bir inci! daha.. Başkent'in bir Sayın Yetkilisi, hızını alamayıp şöyle buyurmuş: "Tükürükle boğarız onları".. Çapulculardan! sözediyor; Naabeerr!!... Gerek yok Sayın Başkentli Yetkili.. Tükürüğünüzü ziyan etmeyin.. Zaten Tomalar sıktıkları Biber Gazlı Suyla herkesi boğmak, yakmak için büyük bir gayret sarfediyor... Haa, Bir de, lütfen biraz Literatüre baksanız ve Şu Halka yakıştırmaya çalıştığınız kelimeler ne anlama geliyor bize de, anlatsanız. Minnettar kalırım inanın....

Bizler inatçı bir Halkız unutulmasın. Yani, Biber Gazına İNAT, Polis Copuna İNAT, Dayağa İNAT, Gözaltılara İNAT, Günümüzü Karartmaya çalışanlara İNAT, Halkın umutlarına göz dikenlere İNAT.. GÖRÜŞÜRÜZ, AYDIN VE MUTLU GÜNLERDE.........

23 Nisan 2013 Salı

23 NİSAN'DA ÖYLE BİR ANI Kİ......

"BÜTÜN DÜNYADA BİR TEK GÜZEL ÇOCUK VARDIR... BÜTÜN ANNELER DE, ONA SAHİPTİR"............

O Yıl 9 Nisan'da inanılmaz bir kaza atlatmıştım biliyorsunuz.. Kazanın üstünden 14 gün geçmişti..
23 Nisan ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI nedeniyle oğlumun Özel Eğitim gördüğü okuldaki yavrularım gösteriler hazırlamışlardı.. Oğlum da, Okul Korosundaydı ve o gün o da, Sahnede yerini alacak, şarkılar söyleyecekti.. Hatta birde solo şarkısı vardı seslendireceği...
Engelli Çocuklarımı önceki yıllarda bir çok gösteride izlemiştim.. O kadar başarılılardı ki, inanamazsınız... Spastizite nedeniyle denge sorunu yaşayan, ayakta bile zor duran bir çocuğumuz, basket topunun üstünde akrobasi yapıyordu örneğin.. Halk oyunları ekibinin ve diğer gösteri gruplarının sahnedeyken birbirlerine nasıl yardım ettiklerini, bir diğerinin hatasını kapatmak için nasıl çabaladıklarını görmeliydiniz... Kısacası engelli çocuklarım harikaydı...
 Böyle bir günde mutlaka o gösteride olmalıydım.. Ama geçirdiğim kaza yüzünden o kadar kötüydüm ki, belimi bile doğrultamıyor, bir baston yardımıyla çok acı çekerek zorlukla yürüyebiliyordum... O berbat halde güç-bela gittim okula.. Gösterilerin sergileneceği salona girdim ve beklemeye koyuldum.. Bir ara yanıma genç bir adam geldi gülümseyerek.. Elini uzattı ve Merhaba dedi; ama onu tanımadığımı da, farketti.. Çünkü gerçekten hiç hatırlamıyordum bu delikanlıyı..
Mecburen kendisini tanıttı.. Üç Yıl Önce Sivas'ta Madımak Yangınında kaybettiğimiz Karikatürist Asaf KOÇAK'ın yeğeniydi.. O korkunç olay sonrası Asaf'ın mezarını ziyaret etmek için memleketi Yozgat'ın Yerköy İlçesine gitmiştik. Asaf'ın Tüm Ailesi de, bizi karşılamış ve konuk etmişti.. İşte bu delikanlı da, orada tanıdığım, Asaf KOÇAK'ın ablasının oğluydu.. Yerköy'de O gün hepimiz o kadar acılı ve o kadar öfkeliydik ki, doğrusu kimsenin gözü kimseyi görmüyordu. O nedenle de, bu genç adamı hiç hatırlamıyordum.. Zaten o da, bunu anladı ve beni hoşgördü..
Ama bizim okulumuzda ne işi olduğunu merak etmiştim... Hacettepe Üniversitesinde öğrenciydi o yıllarda...
 -Neden Burdasın? diye sordum..
Okulumuzda Özel Eğitim Bölümlerinde okuyan Stajyer Öğretmenler vardı.. Oğlumun sınıfındaki Stajyer Öğretmenin arkadaşı olduğunu söyledi.. Arkadaşı kendisine bir öğrencisinden sözetmiş.. Maalesef çok nadir rastlanan bir hücre bölünmesi yüzünden geri gelişimli olduğunu, ama Anne ve Babasının büyük bir özveriyle, onun eğitimi için olağanüstü bir çaba sergilediklerini övgülerle anlatmıştı..
 -Doğrusu arkadaşım o kadar çok övdü ki, Merak ettim bu Anne, Babayı.. Bugün buraya geleceklerini düşündüm ve onları mutlaka tanımak istedim. Onun için burdayım, dedi.......
 Sorma sırası ona gelmişti...
 -Peki siz neden burdasınız?.. O sırada oğlum Ulaş Sahnedeydi.. Prova yapıyorlardı öğretmeniyle birlikte... Onu gösterek:
-Oğlum bu okulda, onun için burdayım, dedim.. Yüzündeki şaşkınlık ifadesini görmeliydiniz..
-Yani siz Ulaş'ın Annesi misiniz? diye haykırdı!!... Beklediği, tanımak istediği bendim çünkü... Bahsettiği çocuk Oğlum Ulaş'tı.....
 Ne hoş değil mi?.. Yaşam böyle şaşırtan, mutlandıran sürprizlerle dolu işte.. O Gün çok gururlanmıştım.. Çocuk Bayramında, çocuklar gibi sevinmiştim.. Oğlum bana müthiş bir armağan vermişti.. Bu, unutulmaz anı, bende hep tazeliğini korudu.. Her 23 Nisan günü de, günyüzüne çıkar belleğimde.. Sizlerle de, paylaşmak istedim...
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ, T.B.M.M.'nin açılışının 93.Yılında,
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI'nız Kutlu Olsun........ Görüşürüz.......

7 Nisan 2013 Pazar

AH 9 NİSAN AHHH....

9 Nisan Günüyle sorunum var.. Neden mi?. Okuyun bakın.. 1996 Yılıydı.. Safiye sürekli israr ediyordu. "Gidelim lütfen Emel Abla, eğleniriz" diye.. Ankara'nın yakın kazası Kızılcahamam'da bir Ralli-Araba Yarışı olduğundan sözediyor, eşi Dursun'la birlikte gideceklerini ve ille benim de, gelmemi söylüyordu. Nedense gitmek istemiyordum.. Doğrusu öncelikle Dursun'un sürücülüğüne güvenim yoktu (ki, çok haklı çıktım) ve Şu Ralli hiç ilgimi çekmiyordu.. Ne dediysem onları vazgeçiremedim ve 9 Nisan sabahı beni evimden aldılar, birlikte yola çıktık Kızılcahamam'a doğru.. Yüreğim ağzımda ama sorunsuz vardık şehre.. Vardık da, oraya kadar boşuna gitmiştik. Çünkü Ralli bir gün önce yapılmış ve bitmişti. Seyredecek bir Araba Yarışı olmayınca, gelmişken piknik yapalım dedik; o da, olmadı ve Ankara'ya geri dönmeye karar verdik...

Vakit gün ortasıydı.. Yolların ıslanmasına ve kayganlaşmasına yetecek kadar da, yağmur çiseliyordu.. O yoldan geçenler hatırlar.. Kızılcahamam'ın hemen Ankara çıkışında "Karga sekmez" adıyla anılan müthiş virajlı, korkunç bir geçit vardır. Dağın kenarında dar bir yoldur karga sekmez.. Bu yoldan kıvrıla, kıvrıla dağı dolaşarak tırmanılır, oldukça yükseğe, düzyola çıkılır. O gün ikinci kez bu virajlardan geçecektik. Eski yıllarda Ankara - İstanbul yolu bu güzergahı takibederdi ve o berbat yoldan her geçişimde korkudan kıpırdayamazdım. Yolun kenarında çok ürkütücü, dimdik aşağıya inen, çıplak bir uçurum vardı çünkü.. Karga Sekmez'e geldik, virajları dönmeye başladık.. Dursun o kadar süratli giriyordu ki, dönemeçlere, beklenen oldu ve en yüksek, son virajda neredeyse düzlüğe çıkmak üzereyken, araba hem sürati hem de, yağmur nedeniyle kayganlaşan yol yüzünden dönemedi, dümdüz yürüdü, şaha kalktı, yolun kenarındaki iki metreden daha yüksek toprak barikatı aşarak uçurumdan aşağı doğru düşmeye başladı.
Arabanın arkasında oturuyordum.. Ön camda ağaç dalları vardı ve araba çok da, hızlı olmayan bir şekilde yokuş aşağı iniyordu. Ne kadar gittik bilemiyorum tabii. O anda düşündüğüm tek şey ömrümün o kadar olduğu ve birazdan öleceğimdi. Öyle dedikleri gibi, hayatım film şeridi şeklinde gözümün önünden filan geçmedi.. Bir süre sonra ön camdaki dallar, yapraklar görünmez oldu ve araba taklalar atmaya başladı. Kaç kere döndü onu da, bilmiyorum ama araç bir ağacın tepesine kondu ve durdu. Durduk! diye haykırmışım.. Tabii duran, arabadan geriye kalan oturduğumuz koltuklar ve Dursun'un sıkı sıkıya yapıştığı direksiyondu. Gerisi paramparça olmuştu..

Ağacın tepesine konmamızla Safiye'nin ön koltuktan dışarı uçması bir oldu. Arkasından Dursun direksiyonu bıraktı ve o da, düştü. Ama ben arka koltukta sıkışmıştım ve çıkamıyordum bulunduğum yerden. Bir yandan da, bağırıyordum, Safiyee, Dursuunn iyi misiniz?, nerdesinizz?. diye.. Sesime ses geldi.. Arkadaşlarım iyiydi.. Dursun geldi; beni sıkıştığım koltuktan çıkardı ve bende kendimi uçurumun orta yerinde bir tümseğin üstünde buldum... Şaha kalkıp toprak seti aşan araba, o çırılçıplak uçurumdaki bir meşe palamuduna çarpmıştı.. Çarpmanın etkisiyle kırılan ağaç arabanın altına girmiş ve düşüş hızını kesmişti.. Ve ister inanın ister inanmayın üstüne konup, durduğumuz ağaç da, çıplak uçurumdaki ikinci meşe palamuduydu.. Yani yaşamımı iki meşe palamuduna borçluydum.. Tabii Hâlâ doğaya da, iki ağaç borçluyum....

 Sonra?.. Sonrasını boşverin... Haftalarca kendime gelemedim hem fiziksel, hemde ruhsal sıkıntılar yüzünden... Yaşadığıma bir türlü inanamıyordum.. Düştüğümüz yükseklik tahminen 150 - 160 Metre civarındaydı.. Zaten kazayı gören hiç kimse de, inanamamıştı nasıl sağ kaldığımıza.. Haftalarca çevremdeki insanlara sordum: "Beni görüyor musunuz?, Duyuyor musunuz?" diye...
Hâlâ da, merak etmiyor değilim doğrusu!...
O gün benim ikinci doğum günüm olmuştu. 9 Nisan 1996.. Yani sonunda yaşımı da, öğrenmiş oldunuz!!...

 Aradan yedi yıl geçmişti.. Yine bir 9 Nisan günü gelen telefonla yaşamım bir kez daha alt üst oldu; tamamen değişti. O yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosunda oyun oynuyor, hayatımın en mutlu günlerini yaşıyordum.. Gelen Telefon bana, artık oğlumun bakımını üstlenmemin zamanı geldiğini söylüyordu. Çalıştığım için özel olarak bakıma ve korunmaya gereksinim duyan oğluma babaannesi destek oluyordu. Ama Babaanne artık çok yaşlanmıştı ve birgün gelmesi beklenen sıra yine bir 9 Nisan günü bana gelmişti... Sanki tırnağım sökülürcesine acı duyarak Tiyatromu, Sahnemi bırakmak zorunda kaldım... Tam da, yeni oyun provalarının ortasındaydık... Bugün bile, o bırakışın dayanılmaz acısı hâlâ yüreğimdedir...

 9 Nisan Günü yaşamım iki kez yeniden başlamıştı.. Belli ki, bu 9 Nisan'ın bir mucizesi vardı.... Sonraki yıllarda her 9 Nisan Çekilişinde bir Milli Piyango bileti aldım... Hani, bakarsınız bir kez daha "O Gün" mucizesini gösterir de, ikramiye filan çıkar diye.. Amaa ıııhh, maalesef!!.. Hâlâ bir şey çıkmadı!.. Ama ben kararlıyım.. Moralimi bozmuyorum... İşte bir 9 Nisan daha geliyor.. Milli Piyango bileti almalıyım hemen.. Kimbilir, belki bir mucize daha gerçekleşir.. Ne dersiniz?... İkramiye çıkarsa görüşmeyiz!!...:) :) Yok, yok.. Hiç olur mu?.. Sevgili okuyanlarımı hiçbir ikramiyeye değişmem.. Tabii ki, görüşürüz... Elbette beni görüyorsanız?!!..

19 Şubat 2013 Salı

20 YIL OLMUŞ SEVGİLİ YAMAN OKAY.....

1992 Yılıydı.. Ankara'nın lüks otellerinden birinde "Ankara Film Festivali Ödül Töreni"ndeydik.. Ödül Töreni bitmiş, ödüller sahiplerini bulmuş, Kokteyl başlamıştı.. Herkes elinde içki kadehi gecenin keyfini çıkarıyordu.. O Gece Törene ünlüler akın etmişti. Bir yanda İsmet AY dekolte fıkralar anlatıyor, etrafındakiler de, kahkahadan kırılıyordu. Diğer yanda, Hülya KOÇYİĞİT, Perihan SAVAŞ, Müjdat GEZEN, Fatoş GÜNEY ve babasıyla aynı ismi taşıyan oğlu Yılmaz GÜNEY ve kimler, kimler...
Bir ara baktım Yaman OKAY yanımda... O da, keyifli ve herzamanki gülen yüzüyle içkisini yudumluyor.. Yaman iri yarı, uzun boylu bir adamdı. Ama çok zayıflamıştı.. Bunu o gün farketmiştim.. "Yaman Fidan gibisin valla" deyince yanındaki Savaş YURTTAŞ'a dönüp "Birilerine nazire olsun benim fidan gibiliğim" diye takıldı.. Çünkü o, ufak tefek, "Kavruk Hasan" lakaplı Savaş YURTTAŞ uzun süren Gırtlak Kanseri tedavisinden sonra, oldukça fazla kilo almıştı.. Hepimiz gülümsedik. Ama, meğer o lanet hastalık Yaman'ı da, pençesine almış, zayıflaması da, bundanmış.. Ne yazık ki, bu acı gerçeği ne kendisi ne de, bizler bilmiyorduk henüz.. Bu onu son görüşüm oldu.. Zaten çok da, zaman geçmedi o günün üstünden.. Acı haber geldi... Şimdi ne Yaman var, ne de, Savaş.. İkisi de, erkenden gitti... 20.Ölüm Yıldönümünde Sevgili Arkadaşım, Harika Aktör Yaman OKAY'IN ANISINA ÖZLEMLE, SAYGIYLA....... Görüşürüz......