28 Ocak 2011 Cuma

HAYATINIZ YAŞAMAYA DEĞER Mİ?...

SADECE KENDİNİ SEVEN BİR İNSANDAN, DAHA YALNIZ BİRİ YOKTUR.. ABRAHAM ESRA...........

Yaşamım boyunca şu sözleri kimbilir kaç defa duydum.." Önemli olan sensin, önemli olan senin mutluluğun! önce sen! yalnız sen! sen mutlu ol ki!... Hiç bir şey için üzülmeye değmez, hayat kısa, yaşamana bak.. Keyfine bak.. Filan, filan...

İnsan tabii ki, mutlu olmak için çabalayacak. Mutlu bir yaşam herkesin hakkı. Elbette hayat bir çok amacı gerçekleştirebilmek için çok kısa. Ayrıca, her insan özel ve önemli olabilir. Ama, daha sonra ortaya çıkan manzara, tam tersi oluyor. Sürekli tekrarlanan bu sözler nedeniyle, öyle bencil bireyler oluşuyor ki, insanın inanası gelmiyor..

Çünkü birde, bakıyorsunuz:
"Yalnız ben varım yeryüzünde", "Dünya benim çevremde dönüyor", "En önemli benim ve en önemli hayat da, benim hayatım", "Herkes bana değer verecek, herkes beni sevecek", "Çünkü benim dışımda herkes önemsiz ve değersiz!!" "Kimse için kılımı bile kıpırdatmam, bana ne??", "Hem ölenle ölünmez, üstelik taş yağsa uzun sürmez, ben keyfime bakarım!!", diyen insanlar çevremizi sarmış.

Sonra başlıyoruz şikayet etmeye:
"Neden benim hiç gerçek dostum yok?. Çevremdeki onca insan, neden onlara ihtiyacım olduğu zaman Can YÜCEL'in dediği gibi, tıpkı göçmen kuşlar misali, sıcak mevsimlere doğru uçup gidiyorlar?. İyi günde var da, kötü günde neden yoklar?"..
                                 
Sorular böyle uzayıp gidiyor... Bu soruların cevabı açık değil mi?..
Tabii ki, yanlış öğretilerle donanmış, yalnız kendisini düşünen bencil insanlar yüzünden soruyoruz bu soruları.. Soru sormadan önce, acaba  kendimize dönüp bir baksak mı?..
Biz başkaları için bir şey yapıyor muyuz?.. Başkalarına kulak verip, onların sesini duymak için çaba sarfediyor muyuz?..
Kendi bencilliklerimizin ne kadar üstesinden geldik?.. Yani, biz başkaları için de, yaşamayı öğrenebildik mi?..
Çünkü 20.yüzyılın dahi bilim adamı ALBERT EINSTEIN Diyor ki:
                                    
"Ancak Başkaları İçin Yaşanan Hayat Yaşamaya Değer Bir Hayattır"
                                  
Kısaca, benciller! yalnız kendisini sevenler! dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannedenler! kendisi dışında hiç kimsenin önemli ya da, değerli olmadığını düşünenler!.. Yaşadığınız hayat beş para etmez!.
Eskilerin deyimiyle hiç bir kıymet-i harbiyesi yok!...
Dolayısıyla yaşamaya da, değmez..
                                     
Ben demiyorum, ALBERT EINSTEIN diyor..... Görüşürüz..

25 Ocak 2011 Salı

BİR OCAK ÖLÜMÜ DAHA...ON YIL SONRA 101 TANE.......


Bir ay, bu kadar ölümün ağırlığını nasıl taşıyabilir?....
Yine Ocak ayı ve bir ölüm yıldönümü daha.. Uğur MUMCU'yla aynı gün, bundan 10 yıl önce Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar OKKAN, Diyarbakır'ın en işlek ve kameralarla sürekli gözlenen caddelerinden birinde uğradığı silahlı saldırı sonucu beş korumasıyla birlikte öldürüldü....
Çok şiddetli bir çatışma olmuş, sonrasında olay yerinden yüzlerce mermi kovanı  toplanmıştı.. Çatışmanın hemen ardından Gaffar OKKAN'ın öldüğünü gören Konvoydaki bir Polis Memuruyla Merkez arasında şöyle bir konuşma geçiyordu.. Yaralı Polis Merkeze saldırıya uğradıklarını ve şehitleri olduğunu söylüyordu.. Telsiz Mesajını alan Merkezdeki Polis telaşla sordu: "Peki, 3310?.... 3310 Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar OKKAN'ın Makam Kodu'ydu.. Polis ağlayarak yanıtladı: 3310'u kaybettik......

Ali Gaffar OKKAN Diyarbakır'da çok sevilen bir Emniyet Müdürüydü.. Genci yaşlısı belki de, ilk defa bir polisi bu kadar çok seviyordu. Gaffar OKKAN, Diyarbakır halkıyla bütünleşmiş, onların dertlerini dinlemişti..
Bir de gönül verdiği, birinci lige çıkmasını çok istediği, Diyarbakırspor Futbol Takımı vardı.. Diyarbakırspor birinci lige çıktı ama o bunu göremedi..
O bölgede Hizbullah terör örgütünün kökünü kazıdığı söylenmişti.. Öldürülmesinin sorumlusu olarak da, Hizbullah gösterildi..
Gerçekten öyle miydi??..
Ölümünün üstünden on yıl geçti ama hala bu sorunun cevabını bilmiyoruz.. Gaffar OKKAN ve beş Silah Arkadaşı öldürüldü.. Ve tıpkı gecenin karanlığının bütün çirkinlikleri örttüğü gibi, bu olay da ülke tarihinin karanlık sayfaları arasındaki yerini aldı..
Ölüm yıldönümü olan 24 ocak'da iki ilde, Diyarbakır ve Mezarının bulunduğu kendi memleketi Sakarya'da Gaffar OKKAN'ı anma törenleri vardı. Öldüğü yıl doğan ve bugün on yaşında olan, 101 tane Ali Gaffar OKKAN'da, mezarının başındaydı.. Hemen hepsi Diyarbakır'dan gelmişti..
Çünkü Diyarbakır'lılar o yıl doğan çocuklarına onun adını vermişlerdi..
Yani Gaffar OKKAN'ı öldürmüşler ama yokedememişlerdi.. Aksine çoğalmıştı, Gaffar OKKAN'lar... Tıpkı DENİZ gibi, Tıpkı MAHİR gibi, SİNAN gibi, ULAŞ gibi...........

Onları öldürerek, sorunlarından kurtulduklarını zanneden alçak katiller!!.. Yaptıklarınızın yanınıza kâr kalacağını zannetmeyin.. Gün gelir, güneş karanlığın saltanatına son verir.. Ve her şey günyüzüne çıkar.. Bunu unutmayın... Bir kez daha Ocak Ayında yitip giden tüm sevgili canlarımızı saygı ve özlemle anıyorum... Tarihe bir not daha..... Görüşürüz.....

22 Ocak 2011 Cumartesi

SOĞUK VE KARLI BİR OCAK GÜNÜYDÜ...... VE GİTTİLER..



Hayat böyledir. Birileri doğar, birileri ölür.. İnsan yaşamı da, sevinçle üzüntü, kederle mutluluk arasında gidip gelmek değil midir, zaten?.. Yine bir ocak ayı ve benim buruk sevinçlerim, yanısıra acılarım, özlemlerim.. Ben Ocak ayında doğmuşum. Yaşamımdaki tek varlığım Oğlum da, Ocak doğumlu.. Ama Ocak ayı, benim bu doğumlara doya doya sevinmemi istemedi. Önce çok sevdiğim Büyükbabamı aldı benden, 9 Ocak'da. Sonra da, gidişinin acısını hiç unutamayacağım annemi... 27 Ocak'da sevgili annem gideli yedi yıl olacak, onsuz geçen yedi yıl, özlemle dolu yedi yıl...

Ocak ayı ülkemin de, en değerli aydınlarını peşpeşe almış bizden.. 8.Ocak.1996'da, Gazeteci METİN GÖKTEPE'nin polis işkencesinde hayatı elinden alınmış.. 30.Aralık.1994'de, The Marmara Otelinin Pastanesine konan bombanın patlaması sonucu ağır yaralanan Şiir, Öykü Yazarı ve Sinema Eleştirmeni, Alanya'lı Sevgili Hemşehrim ONAT KUTLAR 11.Ocak.1995'de aramızdan ayrılmış..
19 Ocak.2007'de, AGOS Gazetesi Genel Yayın Müdürü HRANT DİNK bile bile, göz göre göre öldürülmüş.. 24.Ocak.1993'de, Gazeteci, Yazar UĞUR MUMCU, arabasına konan bir bombayla vahşice paramparça edilmiş ve yine aynı gün, 24.Ocak 2001'de de, Diyarbakır Emniyet Müdürü ALİ GAFFAR OKKAN korkunç bir suikastte katledilmişti..

Ama Ocak ölümleri bitmemişti ve ayın son gününde de, 31,Ocak.1990'da, Anayasa Hukuku Profesörü MUAMMER AKSOY, evinin önünde alçakça bir suikaste kurban gitmişti..
işte, Ocak ayı geldiğinde, bütün bu ölümlerin, acıların, yıldönümleri de, gelir ve tek tek anma törenleri yapılır.
Yani acılı bir aydır Ocak ayı, benim için de, ülkem için de.. Hani dedim ya, hayat böyledir diye, bir tarafta sevinçler, bir tarafta acılar..
Acılarla yaşamayı öğrendik, istesek de, istemesek de...
Biz, hayat yolunda yürümeye devam edeceğiz.. Acılar ve sevinçler de, bize yol arkadaşı olacak.. Nasıl bir cenaze alayının içine, tesadüfen bir gelin arabası karışabiliyorsa, acılar da, sevinçlerimizi aniden bölebilecek. Yaşamın gerçeği bu..
Ocak ayında kayıp giden sevgili canlarımızı, sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyorum. Işıklar içinde uyusunlar... Tarihe not düşmek istedim.. Görüşürüz......

21 Ocak 2011 Cuma

SEVGİLİ KİTTY....."BUGÜN ONU GÖRDÜM"....


"ANNE FRANK'ın HATIRA DEFTERİ"...
Size, henüz 16 yaşında naziler tarafından öldürülen bir yahudi kızından bahsetmek istiyorum.. 
Anne Frank'dan; ( D: 12 Haziran 1929 - Ö: 1945 ).. Onu, sonradan babası Otto Frank tarafından kitap haline getirilen günlüğünü okuduğum zaman tanımıştım.. Anne ( An ) günlüğüne "Kitty" ismini vermişti ve duygularını, acılarını, heyecanlarını, kısacası anılarını ona anlatmıştı..


Anne Frank'ı tanıdığımda henüz 7 ya da 8 yaşındaydım.. Annem tarafından bana hediye edilen ilk "büyük" kitabıydı. Ondan önce hep çocuk klasiklerini okumuştum. Aslında yaşıma göre ağır gelebilecek bir kitapdı.. Ama bir solukta okudum. Anne Frank beni o kadar çok etkilemişti ki, kitabı elimden bırakamamıştım..

Anne  13 yaşındaydı. Annesi Babası ve ablasıyla yaşayan mutlu bir Alman kızıydı..
Yıl 1942... Ama ters giden bir şeyler vardı.
Almanya'da seçimle iş başına gelen Adolf Hitler önderliğindeki Naziler "Ari ırk", yani Saf Alman Irkı yaratmak gibi ırkçı bir ütopyanın peşine düşmüş ve saf Alman ırkından olmayanları yoketmeye başlamışlardı..

Ve böylelikle tarihin resmen tanıdığı tek soykırım ortaya çıkmış, 6 milyon yahudi çeşitli şekillerde ortadan kaldırılmıştı..
Bu trajedi yıllarca sürmüş, 2.dünya savaşı başlamış ve koca Avrupa kana bulanmıştı.. Başta Almanya olmak üzre Avrupa'nın heryerinde, yahudilerin can güvenliği kalmamış, milyonlarca yahudi toplanmış, yaşamlarından koparılarak, temerküz kamplarına konulmuş, topluca gaz odalarında ve fırınlarda öldürülmüşlerdi.

Anne Frank bir yahudi kızıydı, ailesi ve kendisi bu ırkçı faşistlerin hedefindeydi.. İşte terslik burdaydı.. O, henüz yaşamının başındaki küçük kızın hayatını tamamen değiştiren ve sonra da kaybetmesine neden olan şey onun yahudi olmasıydı.. Hayatları tehlikedeydi, kaçmak ve saklanmak zorundalardı.

Öyle de yaptılar, saklandılar.. Çok zor şartlar altında saklandıkları süre içerisinde, Anne günlük tuttu ve yaşadıklarını ne varsa "Sevgili Günlüğü Kitty"e anlattı. Hatıra Defteri adeta onun arkadaşıydı. Ona içini döküyor, acılarını, üzüntülerini, sevinçlerini, heyecanlarını onunla paylaşıyordu..
Çok zor koşullarda, korku ve endişe içerisinde ne yaşayabiliyorsa tabii..
Henüz genç kızlığının başında, karşı cinse duyduğu merak, ilk hoşlanmalar, kendisi gibi saklanan bir ailenin oğlu olan Peter'e karşı duyduğu ilk heyecan.. Bu arada hep korku, hep telaş, hep endişe....

Sonunda acı son onları da, buldu.. 2 Yıl saklandıkları yer gestapo tarafından basıldı ve bütün aile Polonya'daki ünlü Auschwitz Temerküz Kampına götürüldü... Daha sonra ablası Margot'la, Anne Bergen-Belsen Toplama Kampına gönderilmişti.. Yakalandıktan bir yıl sonra da, Margot ve Anne bu kampta Tifodan öldüler . Annesi daha önce ölmüştü.. Auschwitz'de kalan Babası Otto Frank ise Kızılordunun gelmesiyle kamptan sağ kurtulmuştu.. 1945 yılıydı ve Anne öldüğünde daha 16 yaşındaydı...

Doğrusu kitabı okuduğum zaman tarif edilemez şekilde üzülmüş ve incinmiştim.. Ben de küçük bir kızdım.. Anne ise hayatı ondan alındığında benden biraz daha büyüktü..
O, neden bu sonu yaşamıştı?. Yahudi olmanın nesi kötüydü?.. Onları öldürmeye kimin hakkı vardı?.. Bu soruları sordum hep kendime..

Anne Frank beni ırkçılıkla tanıştırmıştı.. Irkçılığın ne denli alçakça bir şey ve bir insanlık suçu olduğunu öğretmişti..
Onun sayesinde dünya yüzündeki tüm insanları sevmeyi  ve dil, din, ırk, renk ayırdetmemeyi öğrenmiştim.. Yani Anne benim iyi ve doğru bir insan olma yolunda ilerlememi sağlamıştı..

Anne Frank şimdi Almanya'da bir ikon.
Duyduğuma göre adına okullar açılmış. Ülkesinde bir tür soykırım simgesi olarak görülüyormuş..

Yıllar sonra, sosyal paylaşım sitemde birden Anne Frank'la karşılaştım ve gördüm ki, onunla ilgili anılarım taptaze duruyor belleğimde ve yüreğimde.
Yazmadan edemedim. İstedim ki, Anne Frank unutulmasın.. Bir kez daha hatırlansın.. O, yıllar önce, çocuk yaşlarımda okuduğum kitap hala kütüphanemde duruyor. Eskimesin diye de, naylonla kaplamışım.

Ben kendi adıma Anne Frank'a çok şey borçluyum.. Tabii dünya da, ona çok şey borçlu..
Anne'ı yüreğimin bir köşesine koydum...
Orada yaşamaya devam ediyor, benim yüreğim çarptığı sürece....
Sonra da, kimbilir hangi kocaman yüreklerde...  SEVGİLİ KİTTY, Görüşürüz......