10 Mayıs 2012 Perşembe

BEN YAZDIM.. AMA, SİZLER GÖREMEDİNİZ.. BİR ANI DAHA..


"Senden korkulur.. Sen bir gün bunları yazarsın" derdi, Ziya Albay....
Ziya Bey Emekli bir Karacı Kurmay Albaydı.. 60'lı yaşlarındayı ve beyaz dalgalı saçları, yine bembeyaz, uçları yukarı doğru kıvrık bıyıklarıyla etkileyici, yakışıklı bir adamdı..

Ziya Albay anlatmazdı ama, özel yaşamında belli ki, mutsuzluklar, sorunlar yaşıyordu.. O nedenle de, kendisine ayırdığı vakti sorunlardan, sıkıntılardan uzak keyif alarak geçirmek isterdi..
Akşamları dostlarıyla biraraya geldiği bir mekan vardı.. Genellikle ben de, onlara katılır ve o ortamın güzelliğini doyasıya yaşardım. Ziya Albayın dostları arasında bir de T.Cumhuriyet Savcısı vardı, Süreyya Bey.. Süreyya Bey de, henüz 50'li yaşlarındaydı.. İki yaşlı delikanlı oturur ve aralarında tadına doyulmaz bir sohbet başlardı..

Albay meslek alışkanlığından olsa gerek, sık sık ağzından hoş olmayan kelimeler kaçırırdı ve kendisini uyaranlara da, "İpini Çekerim haaa"!!.. diye gözdağı verirdi..
Savcı Süreyya Bey ise kendi mesleği gereği, eline bir kağıt kalem alır ve başlardı not tutmaya:
-'Albay 5 kere küfür etti, 8 kere "İpini Çekerim" dedi'..
Bütün bunlar olurken ben de, gülmekten nefessiz kalırdım tabii..

Birgün öğrendik ki, Ziya Albay Gırtlak Kanserine yakalanmış.. Tedavi başladı. Ama iyileşme olacağı yerde kanser maalesef gırtlağından Akciğerlerine sıçradı.. O gülen, yaşamdan büyük keyif alan, beyaz saçlı, gür bıyıklı, yakışıklı adam son derece üzgün ve mutsuzdu.. Zaten süreç içerisinde gördüğü tedavi yüzünden ne o dalgalı saçları, ne de, beyaz bıyıkları kalmamıştı..

O günlerde olayın ciddiyetini ve vahametini tam olarak anlayamamıştım herhalde. Çünkü ağrıyan 20'lik dişim nedeniyle, yüzümden düşen bin parça, üzgün ve mızmız bir şekilde Ziya Albay'ın yanına gittim..
Beni öyle görünce hemen sordu:
-Neyin var?..
-Sormayın!! dedim ve 20'lik dişimin beni nasıl mutsuz ettiğini anlattım...
Şöyle bir baktı yüzüme ve "Amaannn o da, bir şey mi?, çektirirsin olur biter" dedi..

Bir an elektriğe tutulmuş gibi hissettim kendimi.. Öyle ya, O, Akciğerlerini çektiremezdi! ve onulmaz derdinden de, kurtulamazdı.. Çünkü gırtlağından akciğerlerine sıçrayan bir kanserle mücadele ediyordu.. Ben ise affedilmez bir densizlikle bu insana 20'lik dişimden dert yanıyordum..
Hatırladıkça hala utanırım ve üzülürüm..

Ziya Albay Kansere uzun süre direnemedi.. Ve coşkuyla, büyük bir aşkla yaşadığı bu dünyayı bırakarak gitti..
Ya savcı Süreyya Bey!, belki inanmayacaksınız ama Ziya beyin kaybının üzerinden uzun zaman geçmedi. O da daha 50'li yaşlarında ve yine kansere yenik düştü.. Can yoldaşının yanına uğurladık onu da..

Peki ya ben?, 20'lik dişime ne oldu dersiniz?.
Hani herkesde, bir korku vardır. Nedense kimse o plaj şezlong'unu andıran Diş Hekimi koltuğuna oturmak istemez. Ama ben öyle çok utanmıştım ki, tıpkı Şair Ahmet TELLİ'nin "Soluk Soluğa" şiirinde dediği gibi:
"Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri,
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı"..
Dedim ve korkusuzca Diş Hekiminin yolunu tuttum..

O günlerin üzerinden uzun zaman geçti.. Ne zaman birisi dişlerinden şikayet etse ve Diş Hekimine gitmeye korktuğunu söylese, hep bu anım gelir aklıma..

Dev Yazar Yaşar KEMAL demiş ki: "O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler"..
Işıklar içinde uyusunlar........
Koca Yazar Yaşar Kemal de... Sözcükler yağsın üzerine...... Görüşürüz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder